بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

5 Ocak 2008 Cumartesi

Müceddid

Yenileyen, yeni bir şekil veren, yeniden güçlendiren.

Peygamberimizin sünneti terk edilip bid'atlar yayılıncaya insanlara yeniden dinlerini öğreten ve bu bid'atleri bertaraf etmeye çalışan İslâm bilgini; "Ceddedi: " fiilinden ism-i fail.

Cenab-ı Allah, insanlara doğru yolu göstermek için ihtiyaç nisbetinde onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Ondan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir. "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. O, ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur" (el-Ahzâb, 33/10).

Diğer ümmetlerde olduğu gibi Peygamberimizin ümmeti arasında da zamanla bid'at ve hurafeler baş gösterebilir ve bunun neticesinde müslümanlar dinden ve peygamberimizin sünnetinden uzaklaşmakla karşı karşıya gelebilirler. Ayrıca her gün değişen hayat şartları ve ilerleyen teknikle birlikte birtakım yeni meseleler ortaya çıkar ve bunlara dinî açıdan bir hüküm verme ihtiyacı doğar.

Toplum içinde çıkan bid'atlere karşı koyacak, dine yapılan saldırılar karşısında dini savunacak, yeni meselelere bir çözüm bulabilecek ve müslümanlara yeniden dinlerini öğretip onları yönlendirecek şahsiyetlere de bu ölçüde ihtiyaç hissedilir ki, peygamberlik müessesesi sona erdiğinden ve bundan sonra artık peygamber gelmeyeceğinden bu görev Peygamberimizin ümmetinden çıkan âlimlere düşmektedir. Bu âlimlere dinî literatürde "müceddid" denilmektedir.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek hir müceddid gönderecektir" (Ebu Davud, Melahim, 1).

Hadisin bazı rivayetlerinde, gönderilecek müceddidin, Rasulûllah'ın temiz sülalesinden olacağı bildirilmiştir. Ayrıca gelecek müceddidin bir değil birkaç olacağını söyleyenler de vardır.

İmam Suyutî tecdid hadisesi hakkında bir eser yazmış ve gelip geçen müceddidleri gösteren manzum cedveller nakletmiştir. Son cedvele göre o zamana kadar gelip geçen müceddidler şunlardır: Ömer b. Abdulaziz, İmam Şâfiî, İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Ahmed İsferanî, İmam Gazalî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd ve İmam Bulkînî (Bulukkînî).

Bunların bazıları hakkında ihtilaf vardır. İmam Suyutî dokuzuncusunun kendisi olmasını ümit ediyor.

Dinde reform yapmak isteyenler. müceddidle ilgili bu hadisin kapsamına girmez. Nitekim gelmiş geçmiş bunca ulema içinden bir tanesi bile bu hadisi dinde reform manasına almamıştır.

Müceddid ile müteceddid'i birbirine karıştırmamak gerekir. Zira aralarında büyük fark vardır. Müteceddid, yenilik taraftarı olan, İslâm ile câhiliyye (bugünkü anlamıyla pozitivizm, materyalizm)'nin uzlaştırılmasından yeni bir sentez ortaya çıkaran ve ümmeti cahiliyye rengine boyayan kimsedir. Bunların gayesi dini tecdid değil onu yeniye uydurmadır. Müceddid ise; İslâm'ı cahiliyyenin bütün unsurlarından temizleyen sonra da mümkün olduğu kadar onu katışıksız olarak, olduğu gibi hayata iade eden demektir. Müceddid, cahiliyye ile anlaşmak ve uzlaşmaktan uzak olur ve her ne kadar önemsiz olursa olsun cahiliyyenin hiç bir izinin İslâm'ın herhangi bir kısmına yerleşmesine sabredemez.

Müceddidle peygamber arasında fark vardır. Peygamber; Allah tarafından açıkça emir almıştır. Kendisine vahiy gelir, peygamberlik davasıyla işe başlar ve insanları kendisine davet eder; îman veya küfür onun davasını kabul etmeye veya etmemeye bağlıdır.

Müceddid böyle değildir. O, Allah, tarafından memur olsa bile teşriî olmayan, bir din ve düzen getirmekle ilgisi bulunmayan bir emirle memûr olabilir. Çok defa kendisi müceddid olduğunu farketmez, ancak kendisi vefat ettikten sonra fark edilir.

Müceddidde bulunması zarurî olan vasıflar şunlardır: Berrak bir zihin, keskin bir görüş, dosdoğru bir düşünüş, ifratla tefrit arasındaki orta yolu bulma ve buna riayet etmeye ait nadir kudret, asırlar boyu yerleşip kökleşmiş kanaatlerin ve yeni durumların tesiri altında kalmaktan sıyrılmış tefekkür gücü, doğru yoldan sapıtmış olan zamanının gidişi ile mücadele cesareti, yeniden kurmak ve ictihad etmek için gerekli olan ve Allah tarafından bağışlanmış bulunan liderlik ve önderlik kabiliyeti... Ayrıca müceddidin İslâm esaslarını gönlünün derinliklerinden kabul etmiş ve kendi görüş, anlayış ve düyuşu içinde gerçekten inanmış olması, en küçük işlerde bile İslâm ile câhiliyyetin farkını bilmesi, asırların topladığı çıkmazlar yığını altından hakkı, gerçeği gün yüzüne çıkarması gereklidir.

Tecdîd işinin aşağıda belirtildiği üzere çeşitli şubeleri vardır:

a) Müceddidin, içinde yaşadığı muhite ait hastalıkları doğru bir şekilde teşhis etmesi gerekir. Bunun yolu; zamanın durumunu her bakımdan dikkatle gözden geçirerek cemiyete cahiliyyenin yerleştiği noktaları, tesir derecesini, bunların topluma yayılma yollarını anlaması, etkilerinin hayatın hangi noktalarına kadar vardığını, hal-i hazır durumda gerçek müslümanlığın yerinin ne olduğunu görmesidir.

b) Müceddid, topluma yönelik ıslah çareleri bulmalı; yani cemiyet üzerinde câhiliyyetin galebesini yok edip İslâm'ın sosyal hayata girme imkânını hazırlamalıdır.

c) Müceddid, kendisini deneyip imtihan ederek; yapabileceği işin sınırını çizmeli; güç ve kuvvetini ölçmelidir.

d)Müceddidin fikri ve nazari bir inkılap meydana getirmek için çalışması; yani insanların düşüncesini, inançlarını, duygularını, ahlâk görüşlerinin yönünü İslâm'a uygun bir hale getirmesi, eğitim ve öğretim sistemini ıslah etmesi, İslâm ilim ve sanatlarını ihya etmesi... Özetle yeniden saf İslâm ruh ve düşüncesini diriltmesi, onun en temel işlerindendir.

e) Müceddid, amelî ıslah hareketini ele almalı, câhiliyye âdet ve geleneklerini iptal etmeli, ahlâkı temizleyip yükselterek, islâmî manâda lider olacak kişileri yetiştirmelidir.

f) Müceddidin, dinin genel hükümlerini ve temel gayelerini bilmesi, kendi asrındaki teknik ilerleme ve medenî gelişme şekillerinin yön ve durumlarını anlaması, önceki nesillerden miras kalan eski medeniyet tablosunda yapabileceği tadil ve değiştirme için bir yol çizmesi ve metod bulması, bunu yaparken İslâm dininin ruh ve selâmetini ve gayelerinin gerçekleşmesini temin etmesi, gerçek medeni ilerlemede İslâm'ın cihanşümul önderliğine imkân vermesi gerekir.

g) İslâm'ın kökünü kazımak ve çökertmek için ayaklanan siyasî kuvvetlerle mücadele etmek ve onların gücünü kırarak İslâm'ın kalkınması ve dirilmesine yol açmak da müceddidin görevleri arasındadır.

h) İslâm düzenini ihya, cahiliyyet taraftarlarının elinden idarî otoriteyi alarak onu, peygamberin ve onun yerine gelenlerin yürüttükleri düzene uygun hale yaklaştırmak cihanşümul bir inkılap meydana getirmeye çalışmak da müceddidin görevidir. Müceddid, yalnız bir memlekette veya sadece müslümanların yaşadığı ülkelerde İslâm nizamını yerleştirmekle kalmayıp, İslâm'ın ıslah ve inkılap davetinin yeryüzündeki bütün insanlara yayılmasını temin edecek kuvvetli bir hareket meydana getirmelidir.

Abdülcelil

Şamil İ.A.

Mücâhede

Gayretle çalışma, çaba gösterme, nefs ile savaşma, Allah yolunda düşmanla karşı karşıya savaşma. "Ce.he.de" fiilinin mastarı. Diğer adı da cihad'dır. Allah yolunda savaşana da mücahid denir. Cihad, Hz. Peygamber'in ifadesiyle şu şekilde vasıflandırılır. "Allah'a en sevimli gelen ve en faziletli amellerden birisidir" (Bûhâri, Edeb, I, Cihâd I; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 32); "İnsanların en faziletlisi de Allah yolunda malıyla ve canıyla mücâhede eden mü'mindir" (Buhari, Cihâd, 2). Allah yolunda savaşın (mücahede) esas gayesi, Allah'ın dinini yaymak ve onu yüceltmektir (Buhâri, Tevhid, 28). Bu özelliğinden dolayıdır ki Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde cihada teşvik edilmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azabdan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine inanırsanız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilesiniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı bağışlar; sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur"(es-Saff, 61/10-12. Ayrıca bk. Mâide, 5/35; Hacc, 22/77-78). Hz. Peygamber de konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda savaşan kimse -Allah kendi yolunda savaşanları daha iyi bilir- Gündüzlerini oruçla gecelerini namazla geçiren kimse gibidir. Allah, kendi uğrunda savaşa çıkan kimseye, şayet ölürse Cennete koymayı ve eğer geri dönerse ganimetle beraber sevap vermeyi garanti eder" (Buhâri, Cihâd, 2, Tevhid, 28).

Mücahede; kâfirlere, münafıklara, din düşmanlarına ve dinden dönenlere karşı yapılır (Furkan, 25/52; Mümtehine, 60/1; Tahrim, 66/9; Mâlik b. Enes, Muvatta', Zekât, 30). Allah yolunda mücahedenin ilk şartı ise, inanmış olmaktır. Çünkü ayette "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler de tâğut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76) buyurulmuştur. Allah yolunda savaşanlar ise gerçekten inanmış olanlardır (bk. el-Hucurât, 49/15). Aynı zamanda onlar birbirlerinin dostudurlar (bk. el-Enfâl, 8/74-75), Allah düşmanlarını dost edinmezler (bk.el-Mümtehıne, 60/1).

Mücahede, gerçekten inanmış olanların karakteristik özelliğidir. Gerektiğinde Allah yolunda ölmek, onlar için bir şereftir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de "Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını, Cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de, gerek Kur'ân'da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini vadetmiştir)" (et-Tevbe, 9/111) buyurulmuştur. Allah onlardan yanadır" (bk. en-Nahl, 16/110).

Allah yolunda savaş (mücahede), insanlar için aynı zamanda bir imtihan vesilesidir (Âlu İmrân, 3/142-143; Muhammed, 47/31; et-Tevbe, 9/16). İnamrak Al(ah yolunda mücadele edenlerle, özürsüz olarak cihada katılmayanlar Allah katında bir sayılmayacak; canlarıyla, mallarıyla cihad edenler mertebece daha üstün tutulacaklardır. Onlar Allah'ın rahmetini ve dolayısıyla Cennetini de umabilirler. Onlar doğru yoldadır. Gerçek mutluluğa erişenler de onlar olacaktır (el-Bakara, 2/218; en-Nisa,4/95-96; et-Tevbe, 9/20, 88; el-Ankebût, 29/69).

Allah uğrunda savaşanlar netice itibâriyle kendileri için savaşmış olurlar. Çünkü Allah, âlemlerden müstağnidir (el-Ankebût, 29/6) ve "Şüphesiz, inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah'a hiç bir zarar veremezler. O, onların işlerini boşa çıkaracaktır (Muhammed, 47/32).

Peygamber Efendimiz, "Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır..." (Buhâri, Cihâd, 1) buyurmak suretiyle cihâdın her devirde yapılması gerektiğine işaret etmiştir. Kahramanlık olsun diye, ne cesur adammış desinler diye veya gösteriş olsun diye savaşanlardan hangisi Allah yolundadır, sorusuna cevaben de: "Kim Allah'ın şânını yüceltmek için savaşırsa, o Allah yolundadır" (Buhârî, Tevhid, 28) buyurmuştur. Şu halde Allah yolunda mücâhede eden kişi niyetinde samimi ve amelinde ihlâslı olmalıdır. Aksi takdirde çabaları boşa çıkabilir.

İnanan insanın hayatta en çok değer vereceği iki şey Allah ve Rasûlü olmalıdır. Onlar uğrunda yapılacak mücâhedeye hiç bir şey engel olmamalıdır. Yoksa bir gün Allah'ın azâbını beklemek muhtemel olabilir. Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile getirilmiştir:

"De ki; babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan; Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevimli ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez" (et-Tevbe, 9/24).

Konuyla ilgili âyet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi cihâd, canla ve malla yapılır. Fakat en önemlisi insanın önce kendi nefsiyle mücâhede etmesidir. Çünkü nefsine hâkim olamayan kimse, düşman karşısındaki mağlubiyeti peşinen kabul etmiş demektir. İşte bunun içindir ki "İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenler birbirine eşit değildir..." (en-Nisa, 4/95) buyurulmuştur.

Tasavvufta ise, mücahede nefsi zorluklarla yormak ve onun arzu ve isteklerine karşı çıkmaktır. Daha geniş olarak, makam ve servete, bünyeyi semirtip ruhu öldüren lezzetli nimetlere karşı nefsin tutku haline gelen meylini dizginleyip yavaş yavaş ona karşı çıkmak ve onun varlığını yok etmeye çalışmaktır.

Kuşeyri: "Tasavvufta, hal ve makam sahibi olmak için harcanan sürekli ve düzenli çabalara mücâhade ve rıyâzât adı verilir" demiştir.

Allah Teâlâ: "Uğrumuzda mücahede edenlere, mutlaka yollarımızı göstereceğiz" buyurmuştur (İbrahim, 14/12).

Rasulûllah (s.a.s)'de: "Nefsinin senin üzerinde hakları vardır" buyurarak mücâhadede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir. Nefsin haklarını çiğnemek, sebepsiz yere onu zorluklara sürüklemek mücâhade değildir.

Şeyh Tehânevî, Takrir'inde: "Nefsin istekleri ikidir. Birisi hakları, diğeri duyduğu hazlarıdır. Vücudu ayakta tutabilmek için nefsin hakları korunmalıdır. Nefsin hazları ise, yaşamak için gerekli olmayan fazlalıklarıdır. Mücâhedenin gayesi hazları yok etmek, hakları bırakmaktır" demiştir. Nefse karşı çıkmanın bir gayesi olmalıdır. Aksi halde zarar doğurur, mücâhede de sayılmaz. Üzüntü ve kedere tahammül, mücâhedenin yüksek derecelerindendir.

İnsan mücahide ile huylarını kökünden söküp atamaz. Onları faydalı hale getirir. Nitekim Rasulüllah (s.a.s): "Birinin tamamen huyundan vazgeçtiğini duyarsanız inanmayınız" buyurmuştur. Bununla birlikte, ruhi hayat, mücâhede ve riyazatla elde edilir. Fakat mücâhede, varılması istenen bir gaye değil, bir tedbir ve tesellidir.

Mücâhide ve riyazat üç maksatla yapılır.

1- Takva ve vera sahibi olarak Cehennem'den kurtulmak.

2- Kur'an ve Sünnet ahlâkını huy haline getirerek Cennet'e girmek ve mutlu olmak.

3- Gayba engel olan perdeleri kaldırarak, manevi alemi seyretmek ve ilâhi tecelliyi müşahede etmek.

Ahmet GÜÇ
Şamil İ.A

Cihad

Çaba sarfeden, tüm imkânlarını kullanarak belli bir hedefe varmak isteyen; düşmana karşı var gücüyle savaşan, dünyevî hiç bir menfaat beklemeksizin sırf Allah rızası için ve O'nun yolunda cihad eden kimse.

"Mücahid" tabiri arapça bir kelime olup "câ.he.de" (Cihad etti) fiilinin ism-i fâilidir. Çoğulu "mücâhidun".

"Cihad" ve "mücâhid" terimleri birer İslâmî kavramdır. Dolayısiyle, bu kavramlârın ne manaya geldiklerini, kimlerin bu kavramlarla nitelenebileceğini en iyi bilen Allâh ve Rasûlüdür.

Cihadın Allah rızası için ve O'nun yolunda yapılması, İslâm'ın şart koştuğu bir husustur. Allah yolunda olmayan, O'nun rızasını taşımayan tüm savaşlar, harcanan paralar ve sarfedilen gayretlerin cihad sayılamayacağı, bu tür mücahedeye katılan kimsenin de mücâhid olamayacağı muhakkaktır.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz " (el-Mâide, 5/35);

"(Ey iman edenler!) Gerek hafif, gerekse ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır" (et-Tevbe, 9/41);

"Doğrusu, inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler (var ya) işte bunlar birbirlerinin dostudurlar" (el-Enfâl, 8/72);

"Îman edip hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler... İşte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır" (el-Enfâl, 8/74).

Bu ve buna benzer âyetlerin hemen hemen tamamında cihadın, Allah yolunda olması gerektiği vurgulanıyor. Bu da, cihadın ve mücâhidin ne manaya geldiğinin açık bir delilidir.

Hz. Peygamber (s.a.s)'den nakledilen bazı hadisler, mücâhid kavramına daha da bir açıklık getirmektedir. Şöyle ki; Ashabtan biri Rasulullah (s.a.s)'a gelerek;

"Ya Rasulûllah! Dünya menfaatlerinden bir menfaat umarak Allah yolunda cihad etmek isteyen kişinin durumu nedir?" diye sorunca, Rasulûllah:

"Onun ecri (sevabı) yoktur", diye cevap verir. Adam aynı soruyu iki kere daha sorar, her seferinde "Onun ecri yoktur" cevabını alır (Ebu Dâvûd, Cihad, 24).

Başka bir hadiste şöyle rivayet edilir:

A'râbînin biri Rasulûllah (s.a.s)'a gelerek: "Kimisi şöhret için, kimisi öğülsün diye, kimisi ganimet elde etmek için savaşıyor. (Bu konuda ne dersin?)" deyince, Rasulûllah: "Yalnızca Allah'ın Kelimesi üstün olsun diye savaşan kimsenin mücahedesi Allah yolundadır, " diye cevap vermiştir (Ebu Dâvud, Cihad, 24).

Cihadın İslâm dininde büyük bir ehemmiyeti vardır. Bu önemine binaen Cenab-ı Allah, cihadı, kıyamete kadar devam edecek bir farz kılmıştır. Bazılarının iddia ettiği gibi cihad, geçici bir zaruretten doğmuş değildir. Şayet cihad, müslümanların hayatında geçici bir zaruret olmuş olsaydı, Allah Teâlâ, Kitabullahın büyük bir ekseriyetini en kuvvetli ifadeleri kullanarak bu mevzua tahsis etmez ve aynı şekilde, Rasulûllah'ın hadislerinde de en kuvvetli ifadeler ve en ısrarlı emirler cihad için sarfedilmezdi. Şayet cihad, geçici bir zaruret olsaydı, Allah'ın Rasûlü, kıyamete kadar gelecek olan insanları ferd ferd içine alan şu hadisini irad etmezdi:

"Kim cihad etmeden ve cihada niyet de etmeden ölürse, nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur" (Mesâbîkü's-Sünne'den, Fi Zilâli'l-Kur'ân trc., III, 408).

Cenab-ı Allah, öneminden dolayı cihadı farz kılmış ve gücü yeten her mü'mini bununla mükellef tutmuştur. Yüce Rabbimiz cihadı terk edenleri tehdit etmiş, kendi yolunda samimiyetle mücahede eden mücâhidlere de büyük mükâfatlar vadetmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, her iki gruba da yönelik vad ve vaîdleri görmek mümkündür:

"Allah'a inanın, Rasûlü ile beraber cihad edin diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve; bizi bırak, oturanlarla beraber olalım, dediler. Geride kalan kadınlarla beraber olmağa razı oldular. Çünkü onların kalplerine mühür vuruldu, dolayısıyla anlayamazlar" (et-Tevbe, 9/86, 87).

Cenab-ı Allah, cihaddan kaçınan böyle kimselerin, yaptıklarının mutlaka karşılığını göreceklerini şöyle dile getiriyor:

"Allah, içinizden cihad edip, Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başkasını sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan kendi halinize bırakılacağınızı mı zannediyordunuz? Muhakkak, Allah işlediklerinizden haberdardır" (et-Tevbe, 9/16).

"Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri açığa çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?" (el-Bakara, 2/218).

"Andolsun ki, içinizden mücahidlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve herbirinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz" (Muhammed, 47/31).

Görüldüğü gibi Rabbimiz, mücahidlerle cihaddan kaçınanları, hattâ bu arada kendini mü'min imiş gibi göstermeye çalışan münafıkları imtihan etmek suretiyle ortaya çıkaracağını söyleyerek tehdit ediyor. Ta ki saflar netleşsin, mü'min münafık birbirinden ayrılsın, arada karanlık hiç bir nokta kalmasın.

Zahidlerden Fudayl İbn Iyaz bu âyeti okuyunca ağlar ve şöyle dermiş: "Allah'ım bizi imtihan etme! Çünkü sen imtihan edersen biz rezil oluruz, sırlarımız ortaya çıkar ve azaba düçar edersin" (Seyyid Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'ân, XIII. 402).

Cihad denilince akla ilk gelen şey savaş olmakla beraber, cihad kavramı, bundan çok daha kapsamlı bir manâyı ihtiva etmektedir. Allah yolunda canla, malla, söz ve kalemle yapılan mücadelenin tümü cihad kapsamına girer. Bununla birlikte, canla ve malla yapılan cihad en kutsal cihaddır. Hakiki manâda bir mücahid de, böylesi bir cihadda bulunan kimsedir.

Rabbimiz, böylesi bir cihada katılan mücahidlerle yerlerinde oturan mü'minlerin aralarındaki farkı şöyle dile getiriyor:

"Mü'minlerden-özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler bir değildir. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah, her ikisine de güzelliği (Cenneti) vadetmiştir. Ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendi katından onlara dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah, Ğafûr'dur, Rahîm'dir" (en-Nisa 4/95, 96).

Bu âyetler, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad eden müslümanlarla, mazeretleri dolayısıyla cihada katılamayan müslümanları karşılaştırıyor. Malla ve canla mücadele eden mü'minlerle, cihadı terkeden müslümanların eşit olamayacakları kaidesini koyuyor. Gerçi mü'min oldukları ve içlerinden cihada katılmayı geçirdikleri için, Cenab-ı Allah, geçerli mazereti olanlara da mükâfat vadetmiştir ama; "Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerle, yerlerinde oturanlar asla bir değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından çok üstün kılmıştır. "

Cihada katılmadıkları için kendilerinden, "yerlerinde oturanlar" diye bahsedilen müslümanların, haddizatında mü'min oldukları, asla münafık olmadıkları, âyet-i kerîmenin, "Bununla beraber Allah, her ikisine de cenneti vadetmiştir" kısmından açıkça anlaşılıyor. Aksi olsaydı, Rabbimin onlara cenneti vadetmesi söz konusu olamazdı.

Zeyd İbn Sabit yukardaki âyetin nüzûlü ile ilgili olarak şunları söylüyor:

"Mü'minlerden, Allah yolunda cihad edenlerle oturanlar bir değildir" âyeti nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.s)'ın yanındaydım. Özür sahiplerini zikretmedi. Bunun üzerine İbn Ümmi Mektûm:

-Nasıl olur ben görmeyen bir âmâyım, dedi. Tam bu sırada Rasûlullah'a, oturduğu yerde vahiy hali geldi. O da bacağıma dayandı nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, bacağımın üzerinde öyle ağırlaştı ki onu ezeceğinden korktum. Sonra bu hali geçti. Bana "Yaz" diyerek, Özür sahipleri hariç, mü'minlerden, Allah yolunda cihad edenlerle oturanlar bir değildir" âyetini yazdırdı (el-Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzül, Mısır 1968 s. 100).

Rasûlullah (s.a.s), "Mücâhid"lerin cennetteki makamlarını şöyle tasvir ediyor:

"Cennette yüz derece vardır. Allah onları, kendi yolunda mücadele edenler için hazırlanmıştır. Her iki derece arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki uzaklık gibidir. Siz Allah'tan istediğinizde Firdevs'i isteyin. Çünkü o, Cennetin tam ortası ve en yüce yeridir" (Buhari, Cihad, 4).

Abdullah İbn Mes'ud yoluyla nakledilen bir hadiste de, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun için bir derece mükâfat vardır. " Birisi; "Ya Rasûlullah, derece nedir?" diye sorunca Rasûlullah: "Dikkat et, o senin ananın eşiği değildir. Her iki derece arasındaki mesafe yüz yıllık yoldur" diye cevap verdi (Nesâi, Cihad 26).

Şu hadisler de Allah yolunda cihadda bulunan "mücâhid"lerin faziletlerinden ve üstünlüklerinden bahsetmektedir:

"Allah yolunda cihad eden kimse, Allah'ın şu garantisi altındadır: Allah, ya onu mağfiretine ve rahmetine katar (şehâdetle) veya onu sevab ve ganimetle geri döndürür. Allah yolunda cihad eden kimsenin, dönünceye kadar ki durumu; gevşeklik etmeksizin gündüzleri oruçlu ve geceleri ibadete devam eden kimsenin durumu gibidir" (Buhârî, Cihâd, I; İbn Mace, Cihâd, 1).

Rasûlullah (s.a.s)'a soruldu: "Ya Rasûlallah, insanların hangisi daha faziletlidir?" Allah'ın Rasûlü şöyle cevap verdi: "Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir" (Buharî, Cihad, 2).

"Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir vakitte Allah yolunda (cihad için) bir kere yürüyüş, şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır" (İbn Mace, Cihad 2).

"Allah yolundaki toz ile Cehennem dumanı müslüman bir kulda toplanmaz" (İbn Mace, Cihad, 9).

Hadislerden de anlaşıldığı gibi, mücahidlerin üstünlüğü maddi ölçülerle ölçülemeyecek derecede büyüktür. Bununla beraber şu bir gerçektir ki; her müslüman aynı derecede cihada iştirak edemez. Önemli olan, her mü'minin gücü nisbetinde cihad etmesi ya da cihad edenlere destek sağlamasıdır. Mücahidlerin geride kalan aile efradını gözetmek, cihada çıkan mücahid geri dönünceye kadar aile efradının ihtiyaçlarını karşılamak da hemen hemen cihad kadar önemli bir görevdir. Allah Rasûlü buna işaret ederek şöyle buyurur:

"Kim Allah yolunda savaşan bir gâziyi mükemmel bir şekilde teçhizatlandırırsa, o gazi ölünceye veya savaştan dönünceye kadar (kazandığı) sevâbın bir misli onu teçhizatlandıran kimseye olur" (İbn Mace, Cihad, 3).

"Kim Allah yolunda bir gaziyi teçhizatlandırır veya geride kalan aile efradına bakarsa gaza etmiş gibi olur" (Tirmizî, Cihad, 6);

"Kişinin harcadığı dinarın en faziletlisi, onun çoluk çocuğuna harcadığı dinar, Allah yolunda bir at için harcadığı dinar ve kişinin Allah yolunda (savaşan) arkadaşlarına harcadığı dinardır" (İbn Mace Cihad 4).

Halid ERBOĞA

Şamil İ.A.

3 Ocak 2008 Perşembe

Şirk Nedir?

En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm) (Evet, küfür mevcudatın kıymetini ıskat ve mânasızlıkla ittiham ettiğinden bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudât âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan; bütün Esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudâtın Vahdâniyete olan şehâdetlerini reddettiğinden, bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrı kabule liyâkatı kalmaz. Hem bir zulm-ü azimdir ki; umum mahlukatın ve bütün Esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği küfrün adem-i afvını iktiza eder. $ şu mânâyı ifade eder. S.) (Mâdem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikatı vardır, elbette şirkin hakikatı olamaz. Çünki, $ âyetinin hakikat-ı katıasiyle; müteaddid eller müstebidâne bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ, bir nâhiyede iki müdür bulunsa; intizam bozulur ve idare herc ü merc olur. Halbuki, sinek kanadından tâ semâvat kandillerine kadar ve hüceyrât-ı bedeniyeden tâ seyyârâtın burçlarına kadar öyle bir intizam var ki: Zerre kadar şirkin müdâhalesi olamaz. Ş.)

Blog Listem

  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    9 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    14 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    5 ay önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce